“Ben ağıt yazmayı sevmem
Ölümden değil dirilişten yanayım
Ölümden değil ölüm sonrasından yana
Ağıt yazmaktan değil mevlit yazmaktan yana”
Sezai Karakoç
Diyanet İşleri Başkanlığı bu seneki Mevlid-i Nebi Haftası temasını “Peygamberimiz, Cami ve İrşat” olarak belirledi. Ülke çapında ve ilçemizde bu temadan hareketle birçok etkinlik, seminer, mevlit programları icra edildi/edilmektedir. Bu etkinliklerin merkezinde ise halkımızca “Mevlid” diye bilinen bir eser vardır ki bu isim zamanla Kur’an-ı Kerim okunan, salat u selam getirilen, eserden bölümler okunan bir tören manasıyla anlam genişlemesine de uğramıştır.
Peki nedir bu mevlit?
Arapça bir kelime olan “mevlid”, “vilâdet” sözcüğünden türetilmiş olup bu sözcük, Arap dilinde genel anlamda bir zaman ismi olarak “herhangi birinin doğduğu zaman”, bir mekân ismi olarak “herhangi birinin doğduğu yer” ve ayrıca “doğma, doğum” gibi anlamlar ifade etmektedir. Türk edebiyatında ve kültüründe Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in “doğduğu zaman”, “doğduğu yer” ve “doğumunu anlatan manzum eser” gibi anlamları ihtiva eder.
Yıldırım Bayezid Han’ın Divan-ı Hümayun imamı olan ve Bursa’da bulunan ünlü Ulu Cami’nin baş imamlık vazifesine memur edilen Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ı Arapça bir tamlamadan oluşan bir isim olup “Kurtuluş Vesilesi (Yolu)” anlamına gelir. Müellif Süleyman Çelebi, söz konusu eserine her ne kadar bu ismi vermişse de halkımız, bu eseri “Mevlid” diye bilmiş ve öyle isimlendirmiştir.
Süleyman Çelebi; eserini, çeşitli bölümlere ayırmış ve Münacat, Vilâdet, Risâlet, Miraç ve Rihlet bölümleriyle Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hayatını, risaletini ve vefatını içli ve çok dokunaklı bir üslûpla dile getirmiştir. Eser, dua bölümüyle sona ermektedir. Halkımızın iç âleminde derin tesirler oluşturan bu kıymetli eser, aruzun “fâilâtün / fâilâtün / fâilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır.
Mevlid’in yazılmasına neden olan hadise ise bir hayli ilgi çekicidir. Rivayete göre İranlı bir vaiz, Süleyman Çelebi’nin imamı bulunduğu Bursa Ulu Camii’nde cemaate vaaz ederken Bakara Suresi’nin 285. ayetini tefsirde hata etmiş ve “Hz. Muhammed (sav) ile Hz. İsa (as) arasında fazilet açısından hiçbir fark göremediğini” ifade etmiştir. Bunun üzerine cemaat içerisinden biri, vaizi ikaz ederek aynı surenin 253. ayetini hatırlatmış ve “İşte bu sebeple de Hz. Muhammed (sav), her ne kadar nübüvvet vazifesi yönüyle Hz. İsa (as)’ya denk olsa da fazilet ve üstünlük bakımından ondan daha yücedir” ifadesini dillendirmiştir. Bu münakaşaya şahit olan Süleyman Çelebi, Peygamber Efendimizin diğer peygamberlerden daha yüce bir makama sahip olduğunu anlatmak üzere meşhur eseri “Mevlid”i hicri 812, miladi 1409’da yazmıştır.
Sevgili okurlar!
Mevlit, tartışmaların ortasında bir gelenek/bir eser/şiir de olsa aslında bizim için ne anlam ifade etmektedir.? Biraz da bu cihetle yazımıza yön verelim. Bu konuya Diriliş şairinin nazarıyla bakmakta yarar var.
Edebiyat iki ana damardan yürür. Geçmişte ve bugün hep iki ana izleği/yolu takip eder, edebiyat. Bu iki ana yolun ilki geçmişi takiptir ki maziye ve mazinin ihtişam ve güzelliğine ağıtlardan mürekkeptir, diğeri ise geleceğe dönük bir ufuk yolculuğudur. Üstat Sezai Karakoç bunu ‘mevlit yazmak’ olarak sembolize eder ve bütün şiir ve düşünce dünyasını bu ideal üzerine bina eder:
“Ben ağıt yazmayı sevmem
Ölümden değil dirilişten yanayım
Ölümden değil ölüm sonrasından yana
Ağıt yazmaktan değil mevlit yazmaktan yana”
Vesîletü’n Necât isimlendirmesi bir toplumsal psikolojinin yansıması gibi değerlendirilebilir. Sıkıştığında, daraldığında, bunaldığında çıkış yolu arar insanoğlu. Bireysel ve toplumsal olarak da bu böyledir. Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n Necât’ı yazdığı dönemin tarihsel arka planına baktığımızda, gördüğümüz bu süreçlerde İslam dünyasında genel anlamda bir sıkışmışlık ve nefes alamama durumunun üst düzeyde mevcut olduğu hakikati gözümüze çarpar. Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ini Yıldırım Bayezid ve Timur arasında yaşanan Ankara Savaşı (1402)’ndan sonra Anadolu’daki toplumsal hercümerç oluşun, fetret döneminin ağır ikliminin arkasında geleceğe dair umudu taşıma ve bu umudun çıkış noktasını yeniden hatırlama, böylece yerle yeksan olmuş Müslüman yüreklerin bir ‘bas’ü badel mevt’ yaşayarak ölümden sonra yeniden dirilmelerinin reçetesini yazma çabası olarak düşünmek gerekir. Fetret döneminin şartlarını düşünürsek bu teze hak verirsiniz sanırım.
Mevlit, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in enerjisi ile yeniden dolup taşmak, kendini onun yanında hissetmek, onun yaşadığı asr-ı saadeti -özlemin, huzurun ve barışın en güzel ve en yüksek şekilde görüldüğü dönemi- arayışın bir göstergesidir. Süleyman Çelebi, yazdığı bu muhteşem eseriyle milletimizin düştüğü buhrandan çıkması için ağıt yazmaya değil, mevlit yazmaktan yana taraf olmuş ve bunda da muvaffak olmuştur.
Rahmet olsun…