Aslında farklı bir konuda yazmak istiyordum. Fakat geçen hafta Ankara'da küçük oğlumun amaliyatı sürecinde yaşadıklarım bana bu konuda yazmamı icab ettirdi.Anladım ki insan faktörü ve insan davranışları her şeyden önemlidir. Saat 15.30 sularıydı, hemşire amaliyathanenin önüne gitmemi ve doktorun vereceği numuneyi patoloji laboratuvarına götürmem gerektiğini söyledi. Hemen denileni yaptım. Anakara'nın yoğun trafiğinde kendi aracımla yaklaşık yarım saat süren bir zaman diliminde devletin önemli bir üniversitesinin patoloji laboratuvarına ulaştım. Mesainin bitmesine yaklaşık kırkbeş dakika falan vardı. Doğruca numuneleri kabul eden bölüme gittim. Cam bölmenin arkasında iki memur oturuyor, numuneleri alıyordu. Birine numuneyi uzatıp tam konuşacaktım ki memur ceberrut bir surat ve azarlayıcı bir ses tonuyla hani bunun evrakı? Olmaz kardeşim kabul edemem dedi. Ben efendim mesai bitmek üzere siz numuneyi alın evrakı ben yarın getireyim dedim. Olmaz kardeşim falan derken yandaki diğer memur beyfendi ben yardımcı olayım haklısınız mesai bitiyor bu numunenin alınması gerekiyor. Ben numuneyi alayım siz doktorunuza ulaşın numune gönderme yazısının fotografını whatsApp üzerinden göndersin gerisini ben hallederim dedi. O zaman o kadar mutlu oldum ki, Merak ediyorum acaba devlet hangisi? Beni azarlayan mı yoksa vatandaşın işini koylaştıran mı?
Yirmibirinci yüzyılın dünyasında bir önceki yüzyıla nazaran her şey değişmiş insan merkezli yönetim, insanın beklentilerine cevap veren uygulamalar ön plana çıkmıştır. Buna rağmen insan hak ve hürriyetlerini, insan beklentilerini öteleyen tutum ve davranışlar da ısrarla varlığını sürdürmekte, bu da toplum ile devlet arasındaki bağı örselemektedir. Nizamülmülk Siyasetnamesinde bir devletin hangi vasıfları üzerinde toplarsa payidar olabileceğine dair uzunca izahlarda bulunur. O'nun bilhassa üzerinde durduğu konu, devletten ziyade insan, insana hizmet ve adalettir. Zira insan olmadan devlet kurulamaz, yönetimde adalet olmazsa da devlet yaşayamaz. Bu sebeple devlet için insana, devletin bekası içinse adalete ihtiyaç zaruridir.
Bilinmelidir ki insan, Allah'ın yeryüzünde binlerce milyonlarca canlı içinde “Ahseni Takvim” olarak yarattığı ve kendisine akıl vererek kulluk imtihanıyla kendisini sınadığı müstesna varlıktır. Bu sebepten yarattığı canlı cansız bütün varlıkları insanın hizmetine vermiştir. Yani insan öznedir. Geleneksel devlet felsefesinde genel geçer anlayış, devlet insan için vardır.
Toplumu oluşturan her bir fert yani her bir insan kanunlar önünde haklar bakımından eşittir. Devlet te toplumun her ferdine eşit ve adil hizmet sunmak, her ferdi mutlu etmek zorundadır. Çünkü insan, yukarıda da belirttiğim gibi yaratılmış en kıymetli varlık, hizmete layık en değerli canlıdır. Fakat hakim olan kapitalist anlayış insanı bir tüketim nesnesi olarak görür, Irkçı ulus devletler için ise insan sadece devletine hizmet eden makbul vatandaş sıradanlığına indirmiştir. Geleneksel devlet anlayışındaki, “devletin insan için var olduğu” kabulü ortadan kalkmış, günümüz devlet anlayışı olan, “insan devlet için vardır” görüşü hakim olmuştur. O zaman “İnsan devlet için vardır” anlayışının hakim olduğu bir toplumda insan değeri nedir? Kendisini oluşturan fertlerinin mutlu, huzurlu ve adaletli bir ortamda yaşayamadığı bir devlet nasıl varlığını sürdürebilir?
Hz Ömer (r.a.) “Adalet mülkün temelidir.” Buyurmaktadır. Burada bahse konu adalet insan temelli ve insanı yüceltecek mutlu ve bahtiyar kılacak anlayışı temsil etmektedir. Hülasa insanın yaşaması için, adaletin tecelli etmesi şarttır. Adaletin tecelli edebilmesi için ise, milli ve manevi değerlerin hakim olması, en önemlisi de adaleti sağlayacak mekanizmalara geleceklerde liyakat ve ehliyet unsurlarının göz ardı edilmemesi lazımdır. Aksi taktirde devlet baba olmaktan çıkıp korkulan bir yapı haline gelir.
İnsanın kıymeti ve önemi hususunda Mevlânâ, Konya'dan seslenmiş insanlara: "Ey Tanrıyı arayan, aradığın sensin." Hacı Bektaş Veli, Anadolu'nun başka bir yerinden haykırmış: "Benim Kâbem insandır. Hiçbir milleti ve hiçbir insanı ayıplamayınız." Aynı felsefe sisteminin bir filozofu Şeyh Edebali ise, Batı dünyasında devlet anlayışının oluşmasından ikiyüzelli yıl, üçyüz yıl önce, Osman Gazi'ye "Ey oğul, insanı yaşat ki, devlet yaşasın" diye öğüt vermiş. Anadolu insanlığının ünlü ozanı Yunus Emre, Anadolu'yu karış karış dolaşarak, insan, sevgi ve bilgi odaklı felsefe sistemini sözüyle, sazıyla anlatmaya çalışmış." Bir kez gönül yıktın ise/ Bu kıldığın namaz değil/ Yetmişiki millet dahi/ Elin, yüzün yumaz değil" demiştir.
Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey'in kayınpederi, devletin manevi mimarı Şeyh Edebali'nin Osman Bey'e şu nasihati aradan yüzlerce yıl geçse de hala geçerliliğini korumaktadır. Yazımı insana hizmet eden herkese hatırlatma babından bu nasihatle bitirmek istiyorum.
Ey oğul, artık Bey'sin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, hoşgörmek sana. Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.Haksızlık bize, bağışlamak sana... Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma; insanı yaşat ki devlet yaşasın. Ey oğul, işin ağır, işin çetin, gücün kula bağlı. Allah yardımcın olsun... Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın! Ama; bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın! Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi değildir. Bütün bilinmeyenler, feth edilmeyenler, görünmeyenler, ancak sen faziletli ve ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır.
Ey oğul! Ananı , atanı say!Bereket büyüklerle beraberdir. İnancını kaybedersen , yeşilken çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördüğünü görme! Bildiğini bilme!
Sevildiğin yere sık gidip gelme! Ey oğul! Üç kişiye acı: Cahil arasındaki alime , zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene. Ey oğul! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar,
aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklıysan mücadeleden korkma!...